Zaman yazarı Nedim Hazar bugünkü yazısında Said Nursi'nin, Adnan Menderes'e dua ettiği gece Menderes'in düşen uçaktan sağ kurtulduğunu, ihtilalden bir kaç ay önce ise uyarmak için Ankara'ya gitmek istemesine rağmen buna muvaffak olamayışını yazdı.
Zaman Gazetesi'nde Nedim Hazar, "Vefa ve veda" başlığıyla yazdığı makalesinde Bediüzzaman Said Nursi'nin son günlerini ve Menderes'e yaptığı ikaz ile duasını anlattı. Hazar, Bediüzzaman'ın Menderes'i uyarmak için Ankara'ya gitmek istediğini ancak muhalefetin baskıları sebebiyle Ankara'ya sokulmadığını anlatırken, Nursi'nin vefatından bir kaç ay sonra ise elim darbe vakasının yaşandığını hatırlattı. Hazar, Said Nursi'nin, "Menderes bizi anlamadı. Ben yakında gideceğim ve onlar (ellerini ters çevirerek) tepetaklak olacaklar!” dediğini de sözlerine ekledi.
İşte o yazı:
"Yaşlı ve hastalıklı halinin aksine hayatının son üç ayını bir hayli hareketli ve seyahatler içinde geçiren Bediüzzaman, bu süreçte bir tür vefa ve veda ziyaretleri yapar. Bu seyahatlerinde çok enteresan bir umumi olayı da engelleyebilmek için adeta çırpındığını görmek ise ayrıca hayret vericidir. Bediüzzaman ve talebeleri Tek Parti sultasında çok baskı görüp, horlanıp, zindan zindan sürülmüştür. Demokrat Parti döneminde bu baskı nispeten hafiflemiştir. Hz. Üstad vefa mülahazasıyla, Isparta'da ikamet etmesine rağmen birkaç kez Ankara'ya gidip gelir. CHP medyası onu ve talebelerini “Menderes'e oy topluyor” manşetleriyle hedef gösterir. Aynı günlerde Isparta'da bir sabah ders yaparken, Bediüzzaman, “Kardeşlerim, ben bu gece Menderes'e dua ettim” der. Ertesi gün gazeteleri açanlar Menderes'in İngiltere'de bir uçak kazası geçirdiğini Allah'ın inayetiyle kurtulduğunu okurlar. Bir İstanbul seyahatinden dönerken ısrarla Ankara'ya uğramak ister. Ancak otomobili ‘Çiftlik' yakınlarında geri çevrilir. Yapılan yayınların ve muhalefetin etkisinde kalan iktidar onu Isparta'ya geri gönderir. Menderes ile görüşmek için Ankara'ya girmesine izin verilmeyince talebesi Zübeyir Gündüzalp'i yollar. Randevu talep edilir ama muhalefet ve medyasından çekinen iktidar mensupları bu görüşmeyi engellerler. Üstelik bazı talebeler nezarete atılır. Muhaliflerin etkisiyle bir de radyo bildirisi yayınlanır: “Said Nursi'nin Emirdağ ve Isparta'da oturması tavsiye olunur!” Belli ki bir ikaz için çırpınan Bedüzzaman'ın bunun üzerine şöyle dediği rivayet edilir: “Ankara'da olacak olaydan dolayı ben mesul olmam!” Ve ekler: “Menderes bizi anlamadı. Ben yakında gideceğim ve onlar (ellerini ters çevirerek) tepetaklak olacaklar!” Artık yaptığı her dersin bir bölümünü ölüm ve özellikle kendi vefatı oluşturur. Ziyaretine gelen herkese “Ben artık gidiyorum.” diyerek helalleşmektedir. Vasiyetname ve kabrinin durumundan bahseder. Bu dönemdeki tüm mektuplarının konusu da budur. Aslında yeni bir durum değildir vefat meselesi ama bu dönemde sıklıkla dillendirmektedir. Yoksa özellikle mezarının yeri konusunda çok önceden söyleyeceğini de söylemiştir Bediüzzaman. Üstelik muazzam bir belagatle: “Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tembih edeceğiz; bizi çağırınız. Mezarımızdan “Ne mutlu size” sadâsını işiteceksiniz.” Vazifesini yapmış bir Allah dostunun son günleri, dünyaya dair vefa ve veda meşguliyetleriyle geçmektedir. Türkiye bir yandan son sürat bir askerî darbeye doğru hızla savrulurken, ikazlarının siyasetin kargaşası arasında kaybolduğunu görür ve kendi yoluna devam eder Hz. Üstad. Barla'ya gider. Çınar ağacının üzerinde kendisine barınak yapan merhum marangoz Mustafa Çavuş'un evinin önünden geçerken gözyaşlarını tutamaz. Evin kapısındaki kocaman kilit paslanmıştır. Ve çınar ağacı… Üzerindeki o minik kulübede misafir ettiği mübarekten dolayı aziz olan ağaç. Bediüzzaman birkaç talebesinin şaşkın bakışlarına aldırmaz ve gidip vefakâr çınar ağacına sarılır. Uzun süre öyle kalır. Yakından bakanlar hayret ederler. Âlim ağlıyordur…"
Merkurhaber | Van Haberleri